DORUK DENEYİMLER, DEĞERLER VE MUTLULUK

DORUK DENEYİMLER, DEĞERLER VE MUTLULUK

Bizi Biz Yapan Değerlerimizdir

Amerikalı Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar piramidini hatırlarsınız.

Kısaca şöyle özetleyebiliriz sanırım: Her insanın önce doğuştan gelen, daha sonra sosyal bir gruba dahil olduktan sonradan oluşan ihtiyaçları vardır. Bunlar fizyolojik ihtiyaçlardan başlayan kendini gerçekleştirme aşamasına kadar devam eden ihtiyaçlar. Doğduğu andan itibaren acıkır, susar, uyuma ihtiyacı duyar. İlerleyen dönemde yaşadığı sosyal grup içinde başka ihtiyaçları oluşur, mesela sahiplenme. Üç aylık bebek bile annesine sahip çıkar, iki yaşına gelince oyuncağına. Çünkü mülkiyet bilinci gelişmiştir. Sevme, sevilme, arkadaşlık, sevgili olma, sayma, sayılma gibi ihtiyaçları sonraki yıllarda oluşur.

Maslow’a göre insanlar herhangi bir kategorideki ihtiyaçlarını karşıladıklarında bu defa kendi içinde bir hiyerarşi oluşturan daha ‘üst seviye ihtiyaçlar’ı tatmin etme arayışına girerler. Yani piramidin bir üst basamağına çıkmaya çalışırlar.

Kişi en üst basamağa ulaşınca yani kendini gerçekleştirince ‘doruk deneyimler’ yaşamaya başlar. Maslow oraya ‘kişisel cennet’ diyor. Orası işte tüm potansiyelin açığa çıktığı, yargısız, hoşgörülü, yaratıcı, üretken ve sürekli haz veren bir alan.

Ona göre doruk deneyimleri yaşamak için bazı koşullar oluşmalı.

  1. Psikolojik bakımdan olgunlaşmış olmak ilk koşul.
  2. Alt basamaklardaki tüm ihtiyaçlarını yani fizyolojik, güvenlik, sevgi ve saygı ihtiyaçlarını tatmin etmiş olmalı.
  3. Kişi hem kendi beklentilerini ve hem de toplumun o kişiden beklentilerini gerçekleştirmiş olmalı.

Buradan şu anlam çıkıyor; doruk deneyimler herhangi bir eksiklik duygusu taşımayan bireyler tarafından yaşanılan bir haldir. Buraya dikkat! Herhangi bir eksikliği olmayan değil o eksiklik duygusunu taşımayan bireylerin yaşadı hal.

Yatın katın, Miami’de yazlığın, İsviçre’de kışlığın olur ama kişisel cennetinde değilsindir. Bir lokma bir hırka dersin, kişisel cennetin en güzel köşkünde yaşarsın. Tam bir bütünleşme, gerçeğe ulaşma, tam bir yeterlilik duygusu. Maslow’un ‘öz değerler’ ya da ‘özün temel ve gerçek değerleri’ olarak adlandırdığı bu deneyimlerden bazıları şunlar:

Bunlar elbette kişiye göre değişiklik gösterebilir, onlarca sayıda çoğaltılabilir. Yapılan birçok araştırmada araştırmacılar, insanların ancak %50’sinin en yüksek düzeyde ve sürekli doruk deneyim yaşadığını tespit etmiş. Bu deneyimleri sadece kendini gerçekleştiren bireyler yaşamıyor. Maslow, tüm insanların doruk deneyimleri zaman zaman, kendini gerçekleştiren insanların ise çok daha sık, hatta sürekli yaşayabileceklerini ifade ediyor.

En yoğun deneyimler genellikle objektif, yargısız, hesapsız, saf sevinç ya da sevgi anlarında ortaya çıkıyor. Aşk bunlardan biri. Bu sebeple sevdiğimizin hatalarını görmezden gelebiliyor belki hiç görmüyoruz. Bu yüzden ona karşı son derece yargısız oluyoruz. Bu yüzden kendimizden çok onu düşünüyor ve hep verici oluyoruz. Bu tür anların hafızası da duygular yoğun yaşandığı için kalıcı oluyor.

Başka bir araştırmada, insanların doruk deneyimleri sanatsal, sportif veya dini deneyimler sırasında yaşadığı fark edilmiş. Bu yüzden sanatçı ruhlu ya da saf samimi inançlı insanlar daha affedici daha yardımsever daha toleranslı oluyor. Başarı ve motivasyon ile de sıkı bir ilişkisi var doruk deneyimlerin. Yaptığı işe karşı tutkusu olan insanların engelle karşılaştıklarında bile kendilerini yeniden motive edebilmelerini bu şekilde açıklayabiliriz.

Gönüllü insanların bir STK’da çalışma koşullarına bakmaksızın fedakârca çalışabilmesi veya ibadeti sırasında dünyadan elini çeken birisinin dingin ruh hali.

Bunlar biraz da Mihaly Csikszentmihalyi’in akış teorisini hatırlatıyor değil mi?

Tam burada değerlerden bahsetmek gerekiyor. Felsefe etiği açısından değerler konusunda pek çok tanım yapılmış. En genel anlamda değer; kişinin özgür iradesi ile istediği gerek kişisel gerekse toplumsal hayatında yol gösterici olan, halen var olan durumun ötesinde anlam taşıyan yaşam hedefleridir.

CEO olmak bir hedef ama değer değil, başarı bir değer. Mahkemede davayı kazanmak bir hedef ama değer değil, adalet ise bir değer. Çok para kazanmak bir hedef ama değer değil, saygı görmek, ihtiyacı olanlara yardım etmek ve itibarlı olmak bir değer. Bazı değerleri aşağıda görüyorsunuz.

Bu arada ne pahasına olursa olsun terfi etmeyi, o davayı mutlaka kazanmayı ya da çok para sahibi olmayı hayattaki tek amacı haline getiren insanları nasıl izah etmeliyiz? Bunlar yalın halleriyle değer değil ama başarı ve itibar değerlerinin aşırılaşmış, toksik hale gelmiş durumları. Her durumda olduğu gibi değerler de dengeli yaşanmalı, kararında sahiplenilmeli. Aksi halde bir çocuk tacizcisine yargısız ve hoşgörülü bakabilir, başarıya giden yolda her şeyi olağan sayabilir insan.

Değerler insanların tercih ve arzularını yansıtan belirleyici bir kıymet ölçüsü. Kişisel kuralları ve kararları belirleyen birer yol gösterici pusula adeta.

Değerler hayata bakışımızı, hedeflerimizi, ilişkilerimizi, atak olmamızı ya da geriye çekilmelerimizi düzenler. Değerler davranışlarımızı yönlendirir, dış dünyaya yansımamızı belirler. Özü-sözü bir olmak deyişi, kişinin değerleri ve davranışları arasında bir çelişki olmadığını gösterir.

Kişiden kişiye değişebildiği gibi bazen aynı kişi için farklı zamanlarda farklı değerler öne çıkabilir. İşe yeni başlayan biri için ‘en iyi olmak’ en önemli değer iken ilerleyen yıllarda ‘takım çalışması’ içinde başarılı olmak en önemli bir değer olabilir.

Romantik, profesyonel ya da akademik pek çok komplikasyonun, tatminsizliğin, çatışmanın altında yatan şey değer çatışmasından başka bir şey değildir aslında.

Bir tarafta maaşı çok da yüksek olmamasına rağmen yirmi yıldır aynı şirkette çalışan adam. Diğer tarafta üst seviye yönetici pozisyonunda astronomik ücret alırken bir anda üstelik daha düşük bir paket için işten ayrılan kadın.

Bir tarafta hiçbir davranışını değiştirmemesine rağmen ikinci evliliğinde çok mutlu olan kadın, diğer tarafta beşinci evliliğinde de mutluluğu bulamamış adam.

Bir tarafta çocuklarının birisiyle arası çok iyi iken diğeriyle arası kötü olan baba. Diğer tarafta çocuklarıyla sürekli çatışan ama öğrencileriyle çok iyi anlaşan öğretmen anne. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Aynı durum, olay ya da kişiyle ilgili farklı insanlar çok farklı tepki verip çok farklı davranabiliyor. Sizce neden? Bazı sebeplerle birlikte değer çatışması oldukça etken.

Profesyonel yaşamdan örneği genişleteyim. İş hayatında insanlar genelde mutsuzdur. Mutsuzluklarını da aldığı ücret, yaptığı fazla mesai ya da maruz kaldığı mobingle izah ederler. Oysa gözlemim şudur; büyük çoğunluğun mutsuzluğunun temelinde yatan sebep, yapılan iş, çalışılan kişi, amir ya da iş yeri ile ilgili herhangi bir şeyin o kişinin değerleri ile çatışmasıdır. Değer çatışması ya da kişinin değerlerinin değersiz görülmediği yerde ilişkişsel problem ya çok az yaşanır ya da kolaca çözüme kavuşturulur. Bu durum sosyal ve romantik yaşamımız için de geçerlidir. Bu sebeple çevremizde bulunmasını istediğimiz insanları da değerlerimize uygun insanlardan seçiyoruz.

Olası mutsuzluğa bu gözle bakanlar çözümü de doğru bir adımla başlatabilir.

Kamuflaj Yakalı CEO kitabımda da yazdığım bir araştırmayı anlatmanın tam yerine geldik.

1980’lerin başında Alman sosyologlar Güth, Schmittberger ve Schwarze, ikişer kişilik gruplarla bir deney (Ultimatum Game) yaptılar. Aralarından birini kurayla seçerek kendisine 100 dolar verdiler ve bu parayı kendisiyle diğer kişi arasında istediği oranda paylaştırmasını istediler. İkinci kişinin paylaşım kararını kabul etmesi halinde her ikisinin de paralarını alıp hemen gidebileceklerini fakat diğer kişinin paylaşımı kabul etmemesi halinde kimsenin para alamayacağını söylediler.

Klasik iktisat teorisi, insanların akılcı olduklarını, kendi çıkarlarını düşünerek karar aldıklarını varsayar. Kendisine düşen para miktarı ne kadar az olursa olsun, ikinci kişinin teklifi kabul edip, ‘havadan gelen’ bu parayı alması gerekirdi. Çünkü her akılcı insanın böyle yapması beklenir. Ama deney hiç de beklendiği gibi gelişmedi.

Paylaşım %50’den farklı olduğu zaman, en fakir ülkelerde bile birinci kişinin ikinciye verdiği miktar adil değilse ikinci kişi parayı almadı. Birinci kişinin ‘reva gördüğü’ ‘havadan gelen’ parayı alıp evlerine dönmek yerine parayı almayarak onu cezalandırmayı tercih ettiler.

Evet değerler herkes için çoğu zaman, prensipli ve tutarlı insanlar için ise her zaman kendi menfaatlerinden bile önemlidir. Adalet değerleri çiğnenen bu deneydeki kişiler, paylaşımı yapan kişiyle bir daha asla karşılaşmayacak olsalar bile havadan gelen parayı ellerinin tersiyle ittiler.

O zaman soru şu: “Dünya üzerinde hiçbir değer kalmasa dahi bu bana yeter” dediğiniz tek değer ne olurdu?

 

.

Yorum bırakın