EĞİTİMDE KARANLIK ÇAĞI YAŞIYORUZ

EĞİTİMDE KARANLIK ÇAĞI YAŞIYORUZ

Kaliteli Eğitim Alamamak

Üniversite yerleştirme sonuçlarının açıklandığı bugünlerde aklıma bir hikâye geldi.

İnsanlar tarafından rahatsız edilmekten ve avlanmaktan bıkan hayvanlar kralları Aslan’a müracaat etmişler. Aslan derhal Orman Meclis Genel Kurulunu toplayarak sorunun tüm boyutlarıyla tartışılmasının istemiş. Herkes fikrini söylüyor her kafadan bir ses çıkıyormuş. Bazıları “silahlanalım” derken bazıları “ormanı terk edelim” demiş. Kimisi de hiç beklemeden, misliyle insanlara saldırmayı teklif etmiş. Herkesi dikkatle dinleyen Kral Aslan, en çok Tilki’nin önerisini beğenmiş ve kararını yoğun alkışlar arasında bildirmiş: Bir okul yapılacak, tüm hayvanlar o okulda eğitim görecek, insanlara karşı koymayı ve hayatta kalmayı öğrenecekler!

Okul binası, zaten inşaat sektöründe oldukça marifetli oldukları için çok hızlı yapılmış. Sıra müfredatı belirlemeye gelmiş. Orman Milli Eğitim Şurası, kralla arası çok iyi olan Horoz’un başkanlığında, üyeler Tavşan, Sincap, Leylek ve Sazan’ın katılımıyla toplanmış.

Tavşan, insanlardan kaçabilmek için müfredatta mutlaka hızlı koşma dersi bulunmasını önermiş. Horoz desteklemiş, diğer üyeler haklısın demiş, müfredata yazmışlar.

Sincap: “Koşmak yetmez, ağaca çıkmak ve tünel kazmak da gerekir” demiş. Horoz desteklemiş, herkes alkışlamış, ağaca çıkma ve tünel kazma dersi de müfredata konmuş.

Leylek: “Hepsinden daha yararlı ve kolay bir şey var; uçmak. Müfredatta mutlaka uçmak da bulunmalı” demiş. Horoz desteklemiş, diğerleri haklısın demiş, yazmışlar.

Sazan: “Ya karşınıza göl veya nehir çıkarsa ne yapacaksınız?” diye sormuş. Horoz “aferin” demiş. Diğerleri alkışlamış, yüzmeyi de müfredata eklemişler.

Akademik yıl, görkemli bir tören ve büyük bir beklentiyle başlamış. Teorik dersler fena gitmiyormuş ama sıra pratiğe gelince beklenmeyen sonuçlar ortaya çıkmış.

Tavşan, koşu dersinde çok başarılı oluyor ama sıra ağaca tırmanmaya gelince sürekli düşüyormuş. Bir süre sonra ayağını sakatlamış. Diğer dersleri de zaten iyi değilmiş. Fakat en başarılı olduğu koşu dersinden de ayağı sakat olduğu için zayıf almış.

Sincap ağaca yıldırım gibi çıkıyor, çok hızlı koşuyor, harika tünel kazıyor, iyi seviyede yüzüyor ama sıra uçmaya gelince yere çakılıyormuş. İkinci hafta kolunu kırmış, iş göremez raporu almış, öğrenciliği sona ermiş.

Sazan çok güzel yüzüyor ama başka hiçbir şey yapamıyor, hatta suyun dışına bile çıkamıyormuş. Defalarca havasız kalıp ölme tehlikesi geçirmiş. Düşük performansı yüzünden okuldan atılmış.

Leylek uçmuş, ağacın tepesine çıkmış, yüzmüş ama sıra tünel kazmaya gelince gagasını kırmış, kanadını yaralamış. Gözyaşlarıyla okuldan ayrılmış.

Derken herkesin suyuna giden, çok konuşmaktan ve bol alkışlamaktan başka bir iş yapmayan, biraz aptal ama kralla arası iyi olan horoz, çok az da olsa, tüm dersleri yapabildiği için sınıf birincisi olarak mezun olmuş.

Meclis Genel Kurulu, geniş tabanlı eğitim sistemi sebebiyle çok memnunmuş, Tilki’yi teklifinden, Horoz’u da üstün başarısından dolayı ödüllendirmişler.

Hikâye tanıdık geldi mi?

Enderun mekteplerinin kapısında; “burada hiçbir balık uçmaya, hiçbir kuş yüzmeye zorlanmaz” yazarmış. Yüzyıllar sonra Einstein benzeri bir söylemle “Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir” demiş.

Geleceği şekillendiren bugün yaptıklarımızdır. Gelecek ya bilgiyle ya da güç ile şekillendirilir. Fakat zaman içinde güçlü olan dahi bilgi karşısında aciz kalır. 2. Dünya Savaşı sonrası nerdeyse bütünüyle harabe haline gelen Almanya ve Japonya‘nın kısa sürede, büyük küresel güçlere rağmen tekrar büyük güç haline gelebilmesi, elbette ki bilgili, eğitimli ve iyi yetişmiş insan kaynağının eseridir.

Bilgi yaşamsal.  Gerçekte eğitim; var olan eski bilgileri öğretmek değil yeni bilgilere ulaşmak için sınırları ortadan kaldırmaktır. Eğitim bilgi hamallığı yaptırmak değil, kişinin ne bildiğini ve neyi bilmediğini tanımlamasına imkân sağlamaktır. Bilginin genişletilmesinde ve yaygınlaştırılmasında eğitim çok önemli. Ancak ülkemizde eğitimin seviyesindeki düşüklük herkesin malumu. Çok uzağa gitmeden geçen hafta açıklanan 2023 AYT sınavının sonuçlarına bakalım: Gençlerimizin Matematik net ortalaması 40 soruda 8.2 net, Fizik 14 soruda 2.5 net, Kimya 13 soruda 1.3 net, Türk Dili ve Edebiyatı 24 soruda 5.7 net, Biyoloji ise 13 soruda 2.0 net oldu. 12 yıl boyunca her gün ortamalama 7-10 ders saati örgün eğitim gören çocuklarımızın hali pürmelali bu.

Kore ve Japonya’da ilk ve ortaokul öğrencileri derslik, kafeterya ve koridorları kendileri temizliyor. Japon öğrenciler ilaveten tuvaletleri de temizliyor. Okullarda hizmetli istihdam edilmiyor. Tuvalet temizleyen Japon çocukların aileleri okulları basmıyor, idareyi mahkemeye vermiyor. Çocukları ise PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sınavlarında en üst sıralarda yer alıyor. Estonya ve Polonya öğrencileri de PISA’da ilk 10’da sıralanıyor.

Altı yaşında okula adım attığı ilk gün sınavla tanışan bizim çocuklarımız ise aynı PISA sınavında 79 ülkenin çocukları arasında, okuduğunu anlamada 41, fen bilimlerinde 40, matematik de ise 43. oldu.

Verilen bu eğitimin kalitesinin uzun erimli sonucunu da Avrupa Patent Ofisinin 2018 raporu söylüyor bize. ABD’ de 2018 yılında 44 bin patent başvurusu yapılırken, Almanya’da  27 bin, Japonya’da 23 bin patent başvurusu yapılmış. 46 milyon nüfuslu İspanya’da 1776, 5 milyon nüfuslu İrlanda’da 801, 5,5 milyonluk Norveç’te 610 patent başvurusu yapılıyor. 86 milyonluk Türkiye’de ise sıkı durun sadece 572 patent başvurusu yapılmış.

Bu başarısızlığı üç şekilde izah edebiliriz.

  1. Çocuklarımızın bilişsel zekâsı diğer ülke gençlerinin gerisinde!
  2. Öğretmen kadromuzun yetenek ve yetkinlikleri diğer ülkelerin öğretmenlerinden daha düşük!
  3. Eğitim anlayışımız ve bu anlayışın çocuğu olan eğitim sistemimiz, merak uyandırmaya, sorgulamaya, okuduğunu anlamaya, problem çözmeye, insan doğasına ve modern dünya gerçeklerine uygun değil.

Tüm profesyonel kariyerini 18-15 yaş grubuyla geçiren birisi olarak; gençlerimizin bilişsel zekâlarının yüksek, aynı gençlerin öğretmen olduğunda kalitelerinin de dünya standartlarının üzerinde olduğunu en yüksek sesle ifade edebilirim. O zaman gecikmeden, derhal, behemehâl eğitim sistemimiz masaya yatırılmalı. Göz süzerek Finlandiya eğitim sisteminden bahsedip, gelecek zamanlı cümleler kurup, ertesi sabah elini taşın altına koymadan idareimaslahata devam etmek bizi her geçen gün biraz daha gerçeklerden ve gerekliliklerden uzaklaştırıyor.

Gençler bir şekilde okudu, mezun oldu ve iş buldu diyelim. İşin başka bir yönü daha var. 2014’te Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre çalışanların %84’ü işinden memnun değil. Öğrencinin yetenek ve ilgi alanı yerine, toplumda yerleşmiş başarı algısını doyurmaya yönelik eğitim gayretleri, mutsuz ve başarısız yetişkinler yaratmaktan başka işe yaramıyor. Yani hem eğitimde başarılı değiliz hem de çalışan insanımız işinden memnun değil. Hayata bak!

Kaşıdıkça kanayan, kanadıkça kaşınan bir yara ülkemizde eğitim. Üstelik tüm tarafların şikâyet ettiği, gidişattan mutlu olmadığı buna rağmen çözümsüzlüğe mahkûm edilen bir karanlık çağ yaşıyoruz eğitimde.

Okullar, anne-babanın çocuğundan, çocuğun anne-babasından kısıtlı süreyle de olsa kurtulma vasıtası. Devlet okulları artık fonksiyonunu yerine getiremiyor. Biraz parası olan veli devlet okulu yerine özel okul tercih ediyor. Öğretmen, öğrenci, veli ya da kantine mal getiren vatandaşı kıyafetinden ayırt edemiyorsunuz. Bunu da rahatlık-özgürlük olarak anlamamız isteniyor. Okul koridorlarının afilli kahve mekanlarından farkı yok, sosyalleşme yeri. YouTube öğretmeni makaraya alan, posta koyan hatta şiddet uygulayan öğrenci videolarıyla dolu. Gençlerimiz kuralları, başkalarına rağmen başkalarıyla yaşamayı, güçlü birey ama aynı zamanda toplumun da sorumlu bir üyesi olmayı okulda değilse nerede öğrenecekler?

Sınıfta kalmak neredeyse imkânsız. Sınavdan kaç aldığının önemi yok, nefes alsın yeter, öğrenci bir üst sınıfa geçiyor.

LGS’de başarılı olamayanın mecbur edildiği okullar haline getirilen meslek lisesine gitmek demek, toplum tarafından küçümsenmek demek. O zaman hangi öğrenci gitmek ister bu okullara?

Okula gerçekten öğrenmeye gelen öğrenciler de araştırmaya-sorgulamaya-anlamaya-düşünmeye-yorumlamaya yönlendirilmek yerine testlere ve bilgi hamallığına mahkûm ediliyor.

Yüksek başarının yalnız birkaç ünlü okulu kazanmakla izah edildiği, hiç olmazsa bir lisans bölümü okumanın “yetmez ama evet” düzeyinde tek başarı kriteri sayıldığı, tarif edilemez ölçüde garip bir döneme rastladık.

Çözüm mü? O da sonraki yazının konusu olsun.

Yorumlar: 2

Yorum bırakın