Çağ Kapatıp Çağ Açan Bu Millet Eğitimde Karanlık Çağı da Sonlandırabilir
Türkiye’de adı ‘millî’ olan yalnız dört kamu kurumu var: Millî Savunma Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Millî Güvenlik Kurulu ve Millî İstihbarat Teşkilâtı. Üçü doğrudan güvenlik ve beka ile ilgili. Eğitim için de bütünüyle beka meselesidir desek yanlış olmaz. Bu bile Eğitim Bakanlığı’nın aslında ne ölçüde önemli olduğunu anlamaya yetiyor.
Soru şu; eğitim sistemimiz kendisine atfedilen bu önemi anlamış mı? Bir eğitim bakanlığının üslendiği sorumluluk ve sahip olduğu önemi anlamış olması için; toplum, ülke, coğrafya ve gelecek çağın gereklerini karşılayan bir eğitim politikası oluşturması ve bunu sürdürebilmesi gerekir. Ülkemizde birkaç yılda bir eğitim müfredatının, sınav ve yerleştirme sisteminin değişmesi, sil baştan “aslında en iyisi bu, hepsini değiştiriyoruz” anlayışı sorunun cevabını olumsuza çeviriyor. Son iki yılda üç bakan değişikliğini ise görmezden geliyorum.
Bir önceki yazıda belirttiğim gibi eğitimde karanlık çağı yaşıyoruz. Çocuklarımızın akademik başarıları diğer ülkelerdeki yaşıtlarının altında. Meslek sahibi yetişkinler de ezici çoğunlukla işini sevmiyor.
Herkes eğitimden şikayetçi. Eğitim sistemindeki zaman aşımından eğitim yöneticilerinin ve öğretmenlerin kalitesine, okulların fiziki alt yapısından fırsat eşitsizliğine, okul bütçelerinden aile ve toplumun tutumuna, öğrencinin eğitime bakışına kadar birçok sorundan bahsedilebilir. Peki çözüm ne?
Ben çözümün 3 kategoride ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
- Eğitim Politikaları
- Eğitim Yöneticileri ve Öğretmenler
- Ebeveyn ve Öğrenci Tutumu
1. EĞİTİM POLİTİKALARI
Eğitim politikası dört ana başlıkta incelenmelidir.
- Eğitim Vizyonu ve Stratejisi
- Temel Eğitimin Kurgulanması
- Yönelim ve Yeteneğe Göre Tasarlanan Orta Öğretim
- Üniversiteleşme
Eğitim politikası, devletin en üst seviyesinde en az elli yıllık projeksiyonla oluşturulmalı ve çağın gerektirdiği düzenlemeler hariç değiştirilmemelidir.
Eğitim Vizyonu ve Stratejisi
Önce şu iki soru ülkeyi ve eğitimi idare edenler tarafından sorulmalı:
- Toplumun bugünkü maddi ve manevi ihtiyaçları nedir ve bu ihtiyaçları karşılamak için çocuklara ne öğretilmelidir?
- Elli yıl sonra modern dünyayla rekabet edecek çocuklarımızı, bugün hangi yetkinliklere sahip olacak şekilde yetiştirmeliyiz?
Buradan eğitimin hem milli ve hem de evrensel olması gerektiği ortaya çıkıyor. Bu iki soruya doğru ve objektif cevap vermeden ve tüm eğitim sistemini verilecek cevaplara göre kurgulamadan, eğitim adına atılan her adım beyhude. Stratejik planlama buradan çıkacak vizyona göre yapılmalı. Aksi halde elli yıl sonra da göz süzerek ve öykünerek Finlandiya eğitim sisteminden bahsediyor oluruz.
Temel Eğitimin Kurgulanması
Eğitimci ve Yazar Salih Uyan’dan alıntıladığım bir anekdotu paylaşmak istiyorum. Bir okulda deprem tatbikatı yapılacakmış. Okul müdürü farklı bir şey denemeye karar vermiş. Toplamış öğretmenleri ve ” Bu defa sirenleri çocuklar teneffüsteyken çalalım, bakalım ne olacak?” demiş. Bazı öğretmenler amaca uygun olmadığı gerekçesiyle itiraz etse de çocuklar bahçede neşeyle oynarken sirenleri çalmışlar.
Çocuklar sireni duyar duymaz büyük bir hızlı koşturarak, gerçek bir depremde yıkılması zarar görmesi muhtemel, okul binasına girmişler. Ne olduğunu anlayamayan öğretmenler de çocukların peşinden koşup okula girmiş. Sınıflara çıktıklarında, öğrencileri yaşam üçgeni oluşturmak için sıraların yanına çömelmiş halde bulmuşlar. Tıpkı daha önce sirenler dersteyken çaldığında yaptıkları gibi.
Eğitim adına yapılan en büyük ihanet nedir biliyor musunuz? Çeşitli sebeplerle ki ülkemizde pek çok sebep var, çocukların zihinlerine zincir vurmak, onların düşünmesine engel olmak. Merak etmeyen, sormayan ve sorgulamayan zihinlerden filozof, bilim insanı, dünya çapında sanatçı beklemek abesle iştigal değil de nedir? Son beş asırdır hiçbir disiplinde otorite olamamanın sebebi bu değil mi?
Altı yaşındaki ana kuzusunun okula adım attığı gün, çok önemli bir şey yapıyormuş gibi sınav ve testle tanışması, daha ilk gün rekabet havasına sokulması başka bir eğitim komplikasyonu. Rekabet ortamı ve başarısızlık duygusunun, onların minik anlam dünyasındaki dalgalanmalarının yarattığı depremi düşünsenize bir an. Temeli, kolon ve kirişleri yani kabası sağlam olmayan bir binaya göze hoş gelmesi adına yapılacak tüm imalatların beyhude olması gibi taze bir zihnin doğru yapılandırılmadan mekanik bilgiyle doldurulması da gayret sarfının ötesinde tüm tanımlamaların yetersiz kaldığı bir garabette başka bir şey değildir.
Sınav odaklı eğitim anlayışı, yerini süratle düşünme, anlam arama, sorgulama, bilgiye olan ihtiyacı anlama, bilgiye ulaşma, bilgiyi kullanma ve yeni bilgiler yaratma anlayışına devretmeli. Sınav odaklı eğitim anlayışı dediğime bakmayın siz. Mevcut eğitim ortamı bırakın öğrenciyi sınava hazırlamayı, yetersiz geldiğini adeta haykırarak, öğrenciyi okul dışı saatlerde de dershanelere ve özel ders almaya adeta zımni olarak zorluyor.
Çocuklarımızı topluma, iyi vatandaş olmaya ve öğretime hazırlamadan yani eğitmeden, aşırı bilgi yüklemesi yapıyoruz. Bu sebeple okulu seven çocuğa rastlamak Finlandiya’da deve görmekten daha zor. Bu sebeple yeterlilik ve beraberinde özdeğer duygusu aç bırakılmış çocuklar çoğalıyor. Bu sebeple sonuca odaklı mutsuz bireyler yetişiyor. Bu sebeple basit soruları bile seçenekleri olmadan cevaplayamayan yetişkinlere dönüşüyorlar. Bu sebeple dört işlemi beceremeyen üniversite mezunları ile dolu caddeler.
Çocuklar okul öncesi eğitimden 10 yaşına kadar (pedagoglar bilir doğrusunu) yalnız birey olmak, birey bilinciyle toplum içinde yaşamak, toplumsal düzenin önemini anlamak, bilinçli vatandaşlık, görgü kuralları, merhamet ve şefkat, vicdan sahibi olmak, değerlerin ve doruk deneyimlerin hayatımızdaki önemi gibi başlıklarda eğitilmeli. Eş zamanlı olarak da konvansiyonel derslere asla girmeden, çocuğun bilgi işleme hızını, bölünmüş-sürdürülebilir-seçici dikkatini, işitsel ve görsel algısını, kısa ve uzun süreli belleğini geliştirmek için oyun formatında ama çok yoğun bir zihinsel kapasite geliştirme programına tabi tutulmalı. Temel eğitim bittiğinde kırmızı ışıkta duran, yere çöp atmayan, diğer bireylere saygılı, hoş görülü, haddini-hududunu-sırasını bilen ama hakkını da savunan, hayalleri olan, dünyayı daha iyi bir yer yapmaya hevesli aynı zamanda beyin kapasiteleri okula geldikleri ilk günle kıyaslanmayacak kadar artmış süper insanlara dönüşmeli.
Kurgulanacak olan sistem kanları deli akan çocukların sekiz saat boyunca bir sırada hareketsiz durmaları üzerine değil öğrenci merkezli ve sürekli hareket üzerine bina edilmeli.
Spor ve güzel sanatlar daha okulun ilk gününden itibaren hayatının bir rutini olmalı çocuklarımızın.
Yönelim ve Yeteneğe Göre Tasarlanan Orta Öğretim
Öğrenciler temel eğitimden sonra mizaçları, eğilimleri, yetenekleri, yetkinlikleri ve isteklerinin analiz edilmesini müteakip, kendisine uygun orta eğitim kurumlarına yönlendirilmeli. Sayısal seven sayısal okumalı. Tarihten hoşlanan tarih, resim yapmayı seven güzel sanatlar okumalı. Temel matematikte sorunları olan ya da matematiği sevmeyen bir öğrencinin türev, trigonometri, binom integral çözmesini beklemek, çözemediği için yargılamak ve kendisini kötü hissetmesini sağlamak sahi ne işimize yarıyor?
Türkiye’nin her yerinde fırsat eşitliğinin sağlandığı ilk ve orta dereceli okullarda öğrenciler birbirine yakın kalitede eğitim alabilmeli. Mümkün değil dediğinizi duyar gibiyim. Önce bir soru sorayım: İmkânı olan ya da imkânını zorlayan ebeveyn çocuğunu neden özel okula veriyor? Daha rafine eğitim ortamı ve daha kaliteli eğitim alması için değil mi?
O halde devlet okullarıyla özel okullar arasındaki farkı ortadan kaldırmak için tüm okullar özelleştirilmeli. Sakin olun imkânsız değil sadece üzerinde biraz düşünmek gerekiyor. Millî Eğitim Bakanlığında 1 milyon öğretmen görev yapıyor. Yani sokakta karşılaştığınız çalışma yaşındaki her kırk kişiden biri devlet okullarında öğretmen. Buna bakanlıkta diğer görevlerdeki işçi ve memurlar dahil değil. Okul kitaplarını devlet ücretsiz veriyor. Bakanlığın ücretsiz desteklediği ya da bizzat yaptığı pek çok etkinlik var. Tüm okulların ödeneğini ve harcamalarını da hesap edin. Bunların hepsi 2023 Türkiye bütçesinin %10’u demek. Millî Savunma ve Sağlık Bakanlıklarının bütçelerinin toplamı kadar neredeyse.
Devlet eğitimi özelleştirerek birbirine yakın kalitedeki eğitimi tüm yurda yayabilir. Devlet eğitimde hem icracı hem denetçi rolden yalnız denetçi rolüne geçmeli. Temel görevi; elli yıllık eğitim vizyonu ve stratejik plana uygun müfredat hazırlamak, okulların bu müfredata ve bakanlığın ana fikrine uygun eğitim öğretim yapıp yapmadıklarını denetlemek olmalı.
Veli özel okul parasını nasıl mı denkleştirecek? Devlet biraz önce bahsettiğim bütçeden karşılayacak o ücretleri. Eğitimi zaten ücretsiz veren devlet bu harcama kalemini özel okullara aktaracak.
Sen Türkiye’nin coğrafyasını bilmiyorsun galiba? Türkiye büyük şehirlerden ibaret değil. Köyü var mezrası, komu var. Buradaki çocuklar nasıl okuyacak mı dediniz? Merakınızı gidereyim, coğrafyamızın çetinliğini biliyorum. Şu an bu bölgelerimizdeki çocuklar nasıl okuyorlarsa öyle okuyacaklar. Bölge okulları ve taşımalı sistemle. Tek fark oradaki okulda da İstanbul Nişantaşı’ndaki okulda var olan sistem geçerli olacak. Oralara öğretmen gitmez diye düşünüyorsanız endişelenmeyin özel sektör o işi halleder.
Okulların verimlilik ve etkinliklerinin artacağı, yetenekli ama imkânı kısıtlı olan çocukların çok iyi eğitim alacağı ve hatta özel okul öğretmen maaşlarının da düzeleceği konusunda en küçük şüphem yok. Kamu ve özel sektör kurumları arasındaki verimlilik ve performans farkını hepimiz bilecek yaşam deneyimine sahibiz. Bu okullar içinde geçerli.
Üniversiteleşme
Ülkemizdeki üniversiteleşme hızı ve üniversiteli olma algısı (ki bana göre çözümün en zor ayağı bu ülkemizde) bütünüyle ele alınmalı ve değiştirilmeli.
Türkiye’de üniversite öğrencilerinin sayısının genel nüfusa oranı, Avrupa ülkelerinin iki hatta üç katı. Başka bir deyişle biz Avrupalıdan en az iki kat daha eğitimli bir toplumuz! Avrupalı çocuğunun boş-beleş üniversite diploması alması yerine onu kısa sürede ve istediği mesleğin sahibi yapacak okullara yönlendiriyor. Bizdeki meslek lisesi ve meslek yüksek okulu benzeri okullara ilgi çok fazla. Üstelik kimse de bu okullara gidenleri küçük görmüyor. Hollandalı bir genç “Tanrım bana bir masa başı işi ver n’olur” diye hayal kuruyor mudur bilmiyorum ama Hollanda kurduğu 28 üniversitenin 13’ünü ilk 200’e 20’sini ise ilk 500’e sokmayı başarmış.
Nüfusu bize yakın olan İngiltere’de 144, Almanya’da bizdeki anlamda 150, Fransa’da 83 üniversite var. Türkiye’de ise 206 üniversite bulunuyor ki ben bu makaleyi yazarken bile birkaç tane açılmış olabilir 🙂 Dağa taşa üniversite açıp uçan kuşu mezun etme sevdası son bulmalı. Medyada okumuştum birkaç sene önce üniversitelerimizde 273 bölümde profesör, doçent ve doktor öğretim üyesi yoktu. Şaka gibi ama gerçek.
Holding binasını üniversite yapan, bırakın güzel geniş bir kampüsü basketbol oynamak için dahi yeterli genişlikte bahçesi olmayan, lise yerleşkelerinin dahi gölgesinde kalan birçok üniversite mevcut ülkemizde. Bu ortamda eğitim ve öğretimden kalite beklenebilir mi?
Üniversitelerimiz çok kaliteli olmalı. YÖK’ün açıklamasına göre dünya sıralamasında ilk 500 üniversite içinde yalnız 3 (yazıyla; üç) üniversitemiz var. Seneye bir üniversite daha bu listeye girerse milletçe sevinir başarımızı %30 artırdığımız için düğün bayram yaparız. İlk 1000’de ise 10 üniversitemiz bulunuyor. Anadolu’nun falanca şehrine ekonomik, sosyo-kültürel, politik sebeplerle üniversite açmışız, 25 bin öğrencisi var. Öğrenci orayı yazarken memnun değil, kazanınca da memnun değil. İş iş aramaya gelince işe alacak da memnun değil. Çünkü herkes biliyor ki mezunun lise öğrencisinden farkı yok.
Gerçekten herkes üniversite mezunu olmak zorunda mı? Gerçekten üniversiteli olmak bir mecburiyet mi? Neden meslek liseleri daha nitelikli ve daha itibarlı bir hale getirilmez?
Bu arada berber çırak bulamıyor, sanayi de tekniker yok. Herkesin beyaz yakalı olduğu bir dünyada köyde tarlayı kim sürecek, inşaatta demiri kim bağlayacak?
Üniversite eğitimi mutlaka ücretli olmalı. Parası olan ve üniversite okumak isteyen genç parasını verip okumalı. Fırsat eşitliği nerede kaldı mı dediniz? Akademik bakımdan başarılı olan gençler devletten burs alabilmeli. Parası olmayan, burs da alamayan genç illa okumak istiyorsa devlete borçlanmalı. Bu borcunu ya belli bir süre devlet hesabına çalışarak ya da zaman içinde maddi karşılığını vererek ödeyebilmeli.
Böylece hem herkesin üniversiteli olmak gibi sonu belli olmayan bu saçma yoldan dönülür, hem de önce üniversitelerin sonra mezunlarının kalitesi artar.
2. EĞİTİM YÖNETİCİLERİ VE ÖĞRETMENLER
Dünyanın en harika eğitim vizyonuna da sahip olsanız, stratejik planlamanız mükemmel ve eğitim politikanız parmakla gösterilecek kadar iyi de olsa, yapılabilecek en modern okul binalarını da yapsanız tüm bunların eğitime katacağı değer, öğretmenle öğrencinin kalpleri arasında mesafe kadardır. Öğretmenlik kutsaldır tiradı yapmayacağım. Karşılığında ücret alınan hiçbir işe kutsiyet atfedilemez. Sözde kutsiyet atfettiğimiz öğretmenlik mesleğine verdiğimiz değer de meydanda. Öğretmen yetiştiren bölümlerin puanları son yıllarda artmış olsa da “falanca bölüm olmuyorsa bari öğretmenlik olsun” anlayışı öğretmenliğin hak ettiği itibarı olumsuz etkiliyor.
Öğretmen, maalesef ülkemizde son elli yılda öğrencileri lise ve üniversite sınavlarına hazırlayan mekanikleşmiş bir varlığa dönüştü. İşin garip yanı kendi meslek hinterlandındaki itibarı da sınavda çıkan soru sayısıyla şekillenir hale geldi. Matematik öğretmeni kıymetli müzik öğretmeni eh işte! ÖSYM 2024’te TYT’de on beş müzik sorusu sormaya karar verse en kıymetli ders müzik en itibarlı öğretmen müzik öğretmeni olur. Anlayışımız işte bu kadar sakat.
Okul öncesini de dikkate alırsak 4-5 yaşından itibaren, yavrularımız için öğretmen her şeydir. Bir öğretmen, annesinden ve babasından alacağı eğitimden çok daha metodolojik, bilimsel, verimli ve hızlı bir şekilde çocukları şekillendirebilir. Keza ülkeler için de öğretmen her şeydir. Öğretmenin kalitesi ölçüsünde önce eğitim sonra toplumun kalitesi artar. Öğretmen algısı mutlaka değişmeli Türkiye’de. Öğretmen öğrencinin sınava hazırlanmasını kolaylaştıran bir birey ya da asırlar önce elde edilmiş var olan bilgiyi aktaran bir kişi olmaktan kurtarılmalı.
Öğretmenin en temel işi öğrencinin yüreğine dokunmak, onun kendini tanımasını sağlamak, farkındalığını geliştirmek ve nihayetinde bitip tükenmek bilmeyen bir merak ve öğrenme tutkusu yaratmak olmalı. Öğretmene sınav kolaylaştırıcılığı işi ihale ederseniz onun fonksiyonundan tam yararlanmamış olursunuz. Bugün bazı öğrencilerin yaptığı hatta anne babasının da yönlendirdiği gibi dersi öğretmenden bizzat dinlemek ve tartışmak yerine Youtube’a kaydedilmiş derslerin yeterli olduğu yanılması bir gerçekliğe dönüşür. Evet sınavı belki kazandırır o kayıttaki mekanik ses ama hayatı ıskalar öğrenci.
Zaman geçmeden öğretmenin itibarı ve toplumdaki statüsü artırılmalı. Nasıl mı? Beş temel düzenleme yapılmalı.
- Öğretmen Ücretleri Artırılmalı
- Öğretmenlere Performans Değerlendirmesi Yapılmalı
- Öğretmenler Sözleşmeli Olmalı
- Öğretmenler Akademik Kariyere Özendirilmeli
- Öğretmenler Performansa Dayalı Primler Almalı
Öğretmen Ücretleri Artırılmalı
Devlet okullarındaki öğretmenlerin aldıkları ücret, yaptıkları işin önemiyle mukayese edilemeyecek kadar düşük. Kimileri gibi “ama üç ay tatil yapıyorlar, ama ders sayıları az, ama az çalışıyorlar” zevzekliği yapmayacağım. Öğretmen demirci ustası mı ki hiç boş vakti olmadan demir bağlasın. Öğretmene ne verilse azdır. Özel okullardaki ücretlendirme daha kötü durumda. Üstelik mesaileri de çok ağır. Dün medyada okudum: Özel okuldaki öğretmenlere ders yılı başlamadan önce rızaları dışında bahçe temizliği yaptırmışlar. Öğrenmene böyle bakan patron ya da okul müdürünün eğitime katkısı ne olabilir ki?
Ay sonunu getiremeyen, tek maaşla evini geçindiremeyen bir öğretmenin öğrencisinin kalbine dokunmasını beklemek safdillikten başka bir şey değil. İkinci işte çalışmaya mecbur bırakılan öğretmenin küpünden fedakârlık ve ilham yerine bıkkınlık ve boş vermişlik sızar. Çocuklarımızı ve geleceğimizi emanet ettiğimiz öğretmenlerin ücretleri mutlaka artırılmalı. Bu yapılırken belli mesleklerin ücretleri ile mesela bir hekimin mesela bir subayın maaşı ile oran tesis edilerek bu oran sürekli korunmalı.
Performans Değerlendirmesi Yapılmalı
Bana katılacağınızdan eminim. Özellikle ilkokul birinci sınıfta veliler, hatırı sayılır bağışlar karşılığında, şehrin diğer ucundaki okulda bulunan falanca öğretmenin sınıfına vermeye çalışır çocuğunu. Neden yan sokaktaki okula değil ya da yan sınıftaki öğretmene değil de o öğretmene? Cevap bellidir; öğretmenin kalitesi. Her meslekte, mensuplarını çok kötüden mükemmele doğru sıralamak mümkündür, sıra dışı da değildir bu.
Peki o zaman öğretmen kimliğine sahip olup da değer yaratamayan kişilere katlanmak zorunda mıyız? Bu gibi kişiler kolayca sistem dışına çıkartılabilmeli. Çalışanla çalışmayan, değer yaratanla yaratamayan, iyi ile kötü ayırt edilebilmeli.
Ayırt etmenin iki yolu var: Birincisi belli aralıklarla, meselâ Türk Silahlı Kuvvetlerinde askerî öğretmenlere uygulandığı gibi, senede bir öğretmenleri meslekî alan bilgisi sınavına tabi tutmak. İkincisi; yine orduda yapılageldiği gibi öğrencilerin dönem sonu performanslarını öğretmen bazlı ölçmek. Böylece öğretmenin o seneki performansı kolayca ölçülebilir, kendisine güçlü geri bildirim verilirken aynı zamanda gelişim imkânı da tanınmış olur.
Şu an performans değerlendirmesi yapan okul var mı? Çok emin değilim. Ölçmediğimiz şeyin kalitesini senede bir defa derse giren müfettişin iki defa derse giren okul müdürünün raporundan öğrenebilir miyiz? Hiç sanmam.
Öğretmenler Sözleşmeli Çalışmalı
Öğretmenlik de diğer kamu mesleklerinde olması gerektiği gibi sözleşmeli olmalı. Yirmi iki yaşında devlete yanlayıp (tabirimi mazur görün iyi olan yüzbinlerce öğretmeni tenzih ederim) EYT ya da diğer ballı emeklilik yasaları çıkıncaya kadar maaşın sağlama alındığı garantili çalışma koşulları, en hafifinden sıradanlık, atalet ve gerilemeye sebep olur. Özel okulların performansının yüksek olmasının sebebi biraz da bu değil mi? Uygun olmayanla kolayca yolu ayır, performansı iyi olanla yola devam et! Biat edecek, bahçe temizleyeceklerin istihdamından bahsetmiyorum elbette.
Haftada üç gün 15 saat derse girip diğer iki gün okula gidilmeyen, iş başında çalışılmayan kaç meslek var bilmiyorum. Yukarıda söylediklerimle, kendimle çelişmek istemiyorum, elbette öğretmenin çalışma koşulları hafif, ders sayısı az olmalı ki kendini geliştirebilsin. Artan vakti cuma ve pazartesiye bağlayarak tatile dönüştürmeden yine mesleki gelişim ve öğrenci için kullanmak kaydıyla öğretmenlerin ders sayısı ve çalışma yoğunluğu mümkün olduğu ölçüde az olmalı.
Sınıfındaki akıllı tahtayı kullanamayan, e-Okul’a sınav notlarını giremeyen, eğitim fakültesinde aldığı bilgi üzerine hiçbir şey koymamış öğretmelere emanet edilen bir çocuk düşünemiyorum.
Sözleşme hem öğretmenin kendini kontrol ve geliştirmesi hem de belli performans kriterlerini yerine getiremeyen öğretmenle yolu kolayca ayırabilmek için büyük önem taşıyor.
Öğretmenler Akademik Kariyere Özendirilmeli
Oranları bilememekle beraber kişisel gözlemimle şunu iddia edebilirim: Öğretmenlerin akademik kariyer yapma oranları diğer mesleklerle mukayese edildiği zaman hiç de olması gereken düzeyde değil. La Manchalı Don Kişot gibi yel değirmenleriyle savaşmaya gerek yok. İnsanlar iki sebeple yüksek lisans yapar; ya meraktan doğan bilimsel bir iddiayı ispat etmek ya da maddi-manevi kazanım elde etmek.
Bir fizik ya da coğrafya öğretmeninin bilimsel bir iddiası yoksa veya var ama bunu ispat etmek gibi bir motivasyonu yoksa bu motivasyon o öğretmene göz ardı edemeyeceği bir kazanç vaat ederek sağlanmalı. Meslektaşlarından onu belli belirsiz silik bir çizgiyle değil net bir şekilde ayırt edecek terfi-ücret artışı, öğretmenlerin akademik kariyer yolculuğunu kolaylaştıracaktır.
Öğretmenler kendini geliştirmeye, yayın ya da makale yazmaya, yüksek lisans ve doktora programlarına özendirilmelidir. Akademik kariyer öğretmenin, dolaylı olarak eğitimin kalitesini artırırken mesleğin itibarına da yüksek katkı sağlar.
Performansa Dayalı Primler
Bir öğretmenin çok iyi olmasının ona katkısı ne olacak? Bir öğretmen neden çok iyi olmak için çabalasın, fedakârlık yapsın? Vatan, ülke, görev bilinci…bunlar tamam. Fakat bu değerler çalıştığının karşılığını almayan öğretmeni ne kadar idare edebilir? Savaşta yararlık gösteren bir askere neden madalya verirler? Barışta başarılı olan askerler neden göğüslerinde şerit rozet taşır? Görevinde olağanüstü fedakârlık gösteren polis neden para ödülü alır? Eşinin ameliyatını yapan doktora Hasan Amca neden 2 kilo köy yoğurdu getirir?
İnsanın formel bir organizasyon içinde bulunduğu ilk çağlardan itibaren ödüller bir motivasyon aracı olarak kullanılagelmiştir. Bu ödüller hem hak edeni hem de diğerlerini motive eder. Kişi bilir ki diğerleri dinlenirken çalışırsa, diğerleri vasat çıktılar ortaya koyarken o standardı yükseltirse, diğerlerinin cesaret edemediği şeye cesaret ederse yani olağanüstü işler yaparsa diğerlerinin elde demeyeceği maddi ve manevi kazanımlara sahip olabilir.
O halde sınıfı daha yüksek puan alan, öğrencilerini daha iyi üst seviye okullara gönderen, etkinliklerde daha fazla rol oynayan öğretmen de Bakanlık ve idare tarafından daha fazla ve daha çarpıcı ödüllerle ödüllendirilmelidir.
3. EBEVEYN VE ÖĞRENCİ TUTUMU
Toplum, anne ve babalar başarı algısını yeniden ele almalı. Bir lisans bölümü okumanın minimum başarı sayıldığı, lise mezunu ve zanaat sahibi olmanın hor görüldüğü garip bir dönemdeyiz. Çok değil daha otuz sene önce çok iyi eğitim veren meslek liseleri ve buradan yetişen kaliteli ustabaşı adayları varken bugün akademik yeterlilik bakımından sonlardaki gençler bu liseleri tercih etmek zorunda kalıyor. Dikkat edin makine, bilgisayar, sekreterlik ya da çocuk gelişimi bölümlerinde istediği için değil mecbur kaldığı için okumak zorunda kalıyor. İnsan sevmediği işi yapabilir mi?
Önceki yazı da dediğim gibi, balık uçmaya kuş yüzmeye zorlanmamalı. Anne ve babalar geçmişte kendilerinin yaşayamadığı ya da eksik bıraktığı hayatı evlatları üzerinden yaşamaya çalışmamalı. Çocuğun yetenek ve yönelimi neyse o istikamette bir eğitim yolculuğu planlanmalı. Aksi halde tozu çamuru sevmeyen oğlunuz bir inşaat mühendisi, insanlara dokunmayı sevmeyen kızınız bir hekim olabilir ve kariyeri boyunca işinden nefret edebilir. Ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre insanımızın %84’ü işinden memnun değil, %72’si fırsat olsa mesleğini hemen değiştirmeyi düşünüyor. İbretlik sonuçlar.
Her çocuk kendi mizacı, yeteneği, bilişsel kapasitesi, ilgi alanı ve yönelimine uygun eğitim verecek okula yönlendirilmeli. Bu çocuk hangi eğitimi alırsa mutlu ve üretken olur? Anne baba ile temel eğitimin esas görevi de bu soruya cevap vermek olmalı.
Başarılı çocuk testlerde çok net çıkartan çocuk değil, bilinçli ve hakkaniyetli birey olabilen, zihinsel kapasitesini artırabilen çocuktur. Sonraki yıllarda aldığı alacağı her eğitim her ders her başlık detaydan başka bir şey değildir.
Kurumsal bir şirketin genel müdürünün işini tutkuyla ve iyi yapan bir ilk okul müdüründen, bir diş hekiminin işini tutkuyla ve iyi yapan bir çiftçiden daha başarılı olduğunu iddia etmek toplumuzdaki başarı algısındaki bozukluktan başka bir şey değildir.
18 yaşında iken Bill Gates size gelse ve Harvard’tan ayrılmak istediğini söyleseydi cevabınız ne olurdu? “Saçmalama Bill dünyada kaç çocuk senin yerinde olmak istiyor haberin var mı?” gibi bir cevap sanırım. İçinizden de “çakacaksın iki tane şımarığa” diye geçerdi eminim. Allah’tan Bill sizi dinlemeyerek Harvard’tan ayrılmış. Tutkuyla yaptığı işi sayesinde kariyerinde çok zor günler geçirse de bugün dünyanın en zengin ilk beşinde. Başarıyı zenginlikle izah etmeye çalışmıyorum elbette. Profesyonel başarı sevdiğin işi elinden gelenin en iyisini ortaya koyarak yapmak ve bundan tatmin olmaktan başka bir şey değildir.
Çocuklara bilişsel kapasite merkezli ve belli dersleri önceleyerek yaptığımız tüm yönlendirmeler onlara büyük zarar veriyor. Bu onların yeteneklerini dikkate almamak ve onları kaybetmekten başka işe yaramıyor. Oysa yetenek ve yönelimlerinin dikkate alındığı eğitimlere tabi tutulan çocuklar, var olan potansiyeline ulaşıncaya kadar yüksek kapasitede çalışabilirler.
İşini, yaşamı seven, verimli ve mutlu insanlar toplumu ancak böyle oluşturulabilir.
Yorumlar: 2
Matematik öğretmeniyim.Derslerimi o an doğaçlama yaparak tiyatral bir şekilde yaparım.Ezber yoktur bende. Akılda kalan anlık bir slogan, espiri , ya da o an yazılan bir şarkı…dikkat çekip göz hapsine aldırırım kendimi..Akabinde bir hızlı beyin fırtınası soru merak ve cevap ..Ne çabuk çaldı zil cümlesi kapanış…
Deprem tatbikatındaki çocukların hareketine istinaden anlattım bunu hocam..Ezberleri bozmak lazım.. Çok güzel anlatmışsiniz Fatih hocam..
Hocam öğretmen önce şu soruyu sormalı: İnsanlar (çocuklar) neden öğrenmek ister?
Cevap aslında bellidir: 1. İhtiyaç, 2. Mecburiyet, 3.Kendini Gerçekleştirme ve Aşma 4. Diğer İnsanları Aşma, 5. İlgi ve Merak
İlk 4 sebep ya zorunluluktan olduğu ya da kısa sürede olumlu sonuç beklediği için genç öğrenciyi sürekli motive edemez.
Ama öğretmen öğrencinin ilgi ve merak düğmesine basabilirse bir mucize gerçekleşir ve öğrenci dersin ve eğitimin ayrılmaz bir parçası olarak görür kendini.
Keşke matematiği sizden ve o keyifli sınıfta öğrenebilseydim.
Teşekkür ederim katkınız için.