Evi İşe, İşi Eve Götürme
Şirketin otomatik kapısı davetkâr bir hışırtıyla açılırken kocaman bir gülümsemeyle kendisine bakan karşılama hostesini soğuk bir şekilde selamladı. Turnikelere yaklaştığında zihninden ilk defa “ben ne yapıyorum?” düşüncesi geçti. Daha önce hiç hissetmediği bir şeyi daha fark etmişti; bugün ayakları geri geri gidiyordu.
Hiyerarşinin en altından başladığı beyaz yaka dünyasındaki iş yaşamında on sekizinci yılını tamamlamak üzereydi. Yıllarca haftada altmış saatten fazla çalışmıştı. Buna evde ya da tatillerinde yaptığı işler dahil değildi. Çok çabalamış, çok uzun süreler mesaiye kalmış ama bunun karşılığını hep almıştı. Yüklü bir paketle geçen yıl transfer olduğu şirkette genel müdürden sonra geliyordu. Kartviziti dolu, odası şık, aracı güzeldi. Bu onu daha da motive etmiş ve adeta işinden başka bir şey düşünemez olmuştu.
Turnikeden geçmek için kartını çıkartırken kızının geçen haftaki on üçüncü doğum gününü hatırladı. Bu defa unutmaması evde sevinç çığlıklarıyla karşılanmıştı. “Ne garip! Artık doğum gününü unutmamam bile sevinçle karşılanıyor” diye düşündü. Sabıkası yalnız doğum günleriyle sınırlı değildi. Onun nasıl büyüdüğünü görememiş çoğu özel gününe hiç şahitlik edememişti. Aynı hatayı küçük kızı için de yapma düşüncesi birden ürpermesine sebep oldu. Birlikte sinemaya giden ailelere, düzenli spor yapan insanlara hep özenmişti. İşi yanında özel hayatına da zaman ayıranlara hem hayranlık duyuyor hem de içten içe onları kıskanıyordu. Memleketindeki yaşlı annesini en son ne zaman ziyaret ettiğini hatırlayamadı birden.
İşi ve sosyal hayatı arasına hiç sınır koyamamıştı. Zaten özel yaşantısı diye bir şeyden de neredeyse bahsedilemez hale gelmişti. Dinlenebildiği tek gün pazardı, elbette iş seyahatinde değilse. Son günlerde eşiyle arasında sıklaşan tartışmaların merkezinde de bu vardı. Asansör 24’üncü kata doğru hızla yol alırken tekrar “ben ne yapıyorum?” diye düşündü.
Sevgili Okuyucu;
Bu muhasebeyi ellili yaşlarınızda yaptığınızı düşünün. Çocuklar siz fark edemeden büyümüş, anne babanız yaşlanmış, arkadaşlarınızla iletişiminiz kopmuş, çok sevdiğiniz hobileriniz küllenmiş. Yaşantınızda otuz yıllık bir kara delik var. Gecenizi gündüzünüzü verdiğiniz ilk şirket batmış, ikinci departmanınız kapanmış, üçüncü pozisyon lağvedilmiş, dördüncü yöneticiniz çoktan emekli olmuş. Çok büyük anlam atfettiğiniz her şey çok uzakta ve oldukça sönük bir anı olarak kalmış. Büyük evinizin geniş balkonundan ufka (görülebiliyorsa eğer) bakarken “ben ne yaptım?” dediğinizi hayal edin lütfen bir an. Kabus gibi değil mi?
Çalışanların büyük kısmının ilerleyen çalışma dönemlerinde karşılaştığı üç durum var; fiziksel ve ruhsal tükenmişlik, ailesine-kendisine zaman ayırmamanın verdiği pişmanlık ve hayatın ellerinden kaçıverdiği hissi. Yani iş-yaşam dengesinin kurulamadığı bir hayat.
Profesyonel iş yaşantısı, beraberinde getirdiği hız, rekabet, bilinmezlik ve krizlerle birlikte süreçlerin merkezine insan ve insan ruhu yerine hedefler ve kârlılığı koydu. Yoğun iş yaşamı insanı psikolojik ve sosyal bir varlık olmaktan başka bir yere, biyolojik mekanikliğe evirdi. İnsanların ihtiyaçları, özel yaşantısı, beden ve ruh sağlığı geri görmezden gelindi. Üstelik bu bakış açısı “ben 15 sene hiç tatil yapmadım” gibi eski ve sağlıksız yönetici-patron anılarıyla rasyonelize edilmeye çalışıldı.
Çalışan performansı elbette ölçülebilir hedeflere ve başarıya odaklanmalıdır. Fakat üstün performansın ancak kişinin çalışmaktan zevk alması ama aynı zamanda hayattan da zevk alarak yaşamının diğer alanlarında da var olması yani dengede olmasına bağlı olduğu unutulmamalıdır.
İş-yaşam dengesi, iş ve özel hayatın uyum içinde yaşanmasını ama birbirinden zaman ve enerji çalmamasını ifade eder. Bu uyum işin verimliliği yanında, bireyin, ailesinin ve yakın çevresinin yaşam kalitesini de artırır.
İş dünyasındaki yoğunluk ve anlamsız karmaşa çoğu zaman bu dengeyi kurmaya izin vermez. Bilgisayar ve akıllı telefonlar işin tuzu biberi olurken, patron, üst yönetim ve müşterilerin tatil-bayram demeden her an ulaşabilme istediğini de beraberinde getirdi. Görmezden gelinen bir nokta var; yoğun tempoda çalışıp sağlığına dikkat etmeyen ve iş-yaşam dengesini kuramayan çalışanlar tükenme riski ile karşı karşıyadır. Tükenmişlik, bir acizlik ya da işini sevmemenin göstergesi değil, kişinin ve üst yönetimin yaptığı seçimlerin bir sonucu oluşan fiziksel ve ruhsal bir rahatsızlık halidir.
İşgörenlerin yaptığı iş ile hayattaki varlık nedeni arasında bir bağlantı kurması önemlidir. Aynı zamanda kişinin değerlerini yaşaması ve kurumda bu değerlere saygı gösterilmesi de göz ardı edilmemelidir.
İş hayatında insanlar genelde mutsuzdur. Fakat bu mutsuzluğun gerçek sebebini çoğunlukla bilmezler. Genellikle bunu maddi sebepler, iş yükü, fazla mesai ya da mobingle izah ederler. Mutsuzluğunu maaşının düşüklüğü ile açıklayan birinin maaşı, beklentisinin iki katı artıktan iki ay sonra yine sirke içmiş gibi iş yerinde dolaştığı çoğumuzun şahit olduğu bir gerçektir. Mutsuzluğun temelinde yatan şey; yapılan iş, çalışılan kişi, amir ya da iş yeri ile ilgili herhangi bir şeyin kişinin değerleri ile çatışmasıdır. Yüksek maaşlı ama mutsuz insanların yanında düşük maaşlı ama mutlu insanların da olması onların paraya daha az ihtiyaç duyduğunu değil değerlerini yaşayabildiğini gösterir. Olası mutsuzluğa bu gözle bakılınca doğru çözüm de kendiliğinden gelir.
Yapılan işe yüklenen anlam da önemlidir. Çalışanın işi yaparken aldığı haz, o işten kazandığı parayı harcarken aldığı hazdan daha fazla ise iş-özel yaşam dengesini kurmakta da o denli başarılı olur.
İş-Yaşam Dengesini Bozan Etkenler
İlginç olan bir gerçek var ki; çalışan insanların mutluluğunu etkileyen parametrelerin çoğu doğrudan veya dolaylı olarak iş hayatıyla ilgilidir. Genel mutluluk ve yaşam doyumunu doğrudan etkileyen hususlar bilinirse çözüm bulmak da kolaylaşır. Bu etkenleri şöyle sıralayabiliriz:
- Uzun Çalışma Saatleri: Gittikçe vahşileşen rekabet ortamında fazla mesainin işin doğal bir parçası haline gelmesi yaşam doyumunu da olumsuz etkiler. İnsan onuru, sağlığı, sosyal ihtiyaçları ve yasal mevzuat, sınırı haftada 45 saat olarak çizmiştir. Senede birkaç mücbir durum hariç bu süreyi aşmamalısınız. Sizden bir tane var ve size yine bizzat sizin, eşinizin, çocuklarınızın, anne-babanızın, arkadaşlarınızın da ihtiyacı var. Yöneticiler de bu hususa dikkat etmeli fazla mesainin maddi ve manevi karşılığını çalışanlara vermelidir.
- İşe Giderken Yolda Harcanan Zaman: Büyük illerde, özellikle İstanbul’da yaşayanların enerjilerinin önemli bir bölümünü işe gelip giderken harcaması başlı başına bir mutsuzluk sebebidir. Çözüm, iş yerine yakın bir muhitte yaşamak gibi gözükse de zaman içinde bunu sağlamak neredeyse imkânsızdır. O zaman bu sürenin verimli geçirilmesi üzerinde durulmalıdır. Nasıl mı? Kitaplar ya da podcastler ne güne duruyor?
- Yönetici-Patron Baskısı: Uyum sağlayamadığınız bir yönetici ve yönetim iklimi, iş doyumunuzu doğrudan, mutlak bir şekilde ve olumsuz etkiler. Yöneticinizi ve onun yöntemlerini değiştiremiyorsanız işinizi değiştirin.
- Tatiller: Yılda en az iki hafta iki ayrı tatil önemli. Yazın Bodrum, kışın Kartalkaya tatilinden bahsetmiyorum. Olsa iyi olur ama bundan daha iyi, güzel ve faydalısı kendinizle ve ailenizle geçireceğiniz kaliteli zamanlardır. Bu tatil evinizin salonunda olsa dahi zihin ve bedeninizin kendisini yenilemesi bakımından çok faydalıdır. Hobilerinize, ailenize ve sevdiklerinize ayıracağınız vakit yenilenmenin kalitesini artırır ve sürekli olmmasını sağlar.
- Sosyalleşememe: Nasıl ki işe sosyal yaşamınızı getirmemeniz gerekiyorsa, sosyal yaşamınıza da işinizi götürmeyin. Sosyal medyada geçirilen uzun saatler bataklığına da düşmeyin. Mesai sonrası ve hafta sonlarında ailenize ve arkadaşlarınıza zaman ayırın. İşten sonra aile ve arkadaşlarla geçirilen zaman kişisel doyumu arttıran ve kişiyi rahatlatan bir çeşit topraklama anlarıdır.
- Tutum: Kendilerinden ve hayatlarından memnun olan insanların, daha az hastalandıkları, daha mutlu ve verimli oldukları görülmüş. Yaşam doyumu önemli ölçüde kişinin tutumu ile yakından ilgilidir. Kişi, olay ve olgulara yüklediğiniz anlam tutumunuzu da etkiler. Önem ve önceliklerinizi yeniden gözden geçirmek ve bunların yaşam amacınızla bağlantısını aramakla işe başlayabilirsiniz.
- Akıl Hocalığı: Yapılan araştırmalarda başarılı olmanın yanında başkalarına işle ilgili konuları öğretme ve mentorluk yapmanın da iş doyumunu artırdığı görülmüş. Mesainizin bir bölümünde gençlere, işe yeni başlayanlara bildiklerinizi öğretmek yaşam doyumunuzu olumlu etkiler.
İş-Yaşam Dengesinin Faydaları
- Yaşam doyumunuz ve kaliteniz artar.
- Akıl, ruh ve beden sağlığınızı olumlu etkiler.
- Verimlilik ve yaratıcılığınız artar ki bu üst yönetimin de işine gelir.
- Kurum içi huzur artar.
- Kuruma aidiyet, sadakat dolayısıyla devamsızlık ve çalışan devri azalır.
- Kendinizi değerli hissedersiniz.